şans etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şans etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Şubat 2013 Salı


İyi ve Kötü

Leonardo da Vinci "Son akşam yemeği" isimli resmini yapmayı düsündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı. "İyi'yi" İsa'nın bedeninde,"kötü'yü" de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı.

Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabilecegi birilerini aramaya başladı.Bir gün bir koronun verdigi konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti.Onu poz vermesi icin atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.

Aradan 3 yıl geçti."Son Akşam Yemeği" neredeyse tamamlanmıştı,ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda icin kullanacağı modeli bulamamıştı.

Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi icin ressamı zorlamaya başladı.

Günlerce aradıktan sonra Leonarda vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu.Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonarda yardımcılarına adamı güçlükte de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı. Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başina gelenleri anlamamıştı.

Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu. Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü..

Şaskınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi: "Ben bu resmi daha önce gördüm." "Ne zaman?" diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.

"Üç yıl önce" dedi adam. Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nin yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti.."

İyi ve kötü'nün yüzü aynıdır. Her şey, insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır.

Paulo Coelho (Şeytan ve Genc Kadın'dan)


http://www.kamilemutlu.com


17 Aralık 2012 Pazartesi


Satranç ve Tavla

Pers imparatorunun basveziri Buzur Mehir tarafindan 1400 yil once tasarlanan tavla oyunu; dunyanin en populer oyunlarindan biridir.

Zaman kavramindan alinan ilhamla tasarlanan oyunun zamana boylesine direnmesi son derece etkileyici. Senenin birligi olarak tavla bir tanedir.

4 kosesi 4 mevsimi, tavlanin icindeki karsilikli 6'sar hane 12 ayi, pullarin toplami ayin 30 gununu ,siyah -beyaz pullar gece ve gunduzu, karsilikli 12'ser hane gunun 24 saatini simgeler..


Eski zamanlarda Hint Imparatoru, satranc oyununu Pers imparatoruna,yaninda bir mektup ile hediye olarak gondermistir. Mektubunda oyunla ilgili hic bir aciklama yapmazken soyle bir mesaj yazmistir.


Pers imparatoruna;
Kim daha cok dusunuyor,
Kim daha iyi biliyor,
Kim daha ileriyi goruyorsa
O kazanir.
Iste hayat budur...


Pers Imparatoru donemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesaji paylasarak, ondan oyunu cozmesi ve kendisinin de karsilik olarak Hint Imparatoruna hediye edilmek uzere baska bir oyun icat etmesini ister.

Vezir haftalarca calistiktan sonra gonderilen satrancin her tas hareketini ve oyunu cozer daha sonra da on gunde tavlayi icad eder ve imparatora sunar.

Hint Imparatoruna tavla oyunuyla birlikte gonderilmek uzere soyle bir mesaj hazirlanir.


Hint imparatoruna;
Evet,
Kim daha cok dusunuyor,
Kim daha iyi biliyor,
Kim daha ileriyi goruyorsa
O kazanir.

AMA BIRAZ DA SANSTIR.
Iste hayat budur...


http://www.kamilemutlu.com

19 Ekim 2012 Cuma


Terzi

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkanı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş.

Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış. Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini.

Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, "yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.

Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar, "zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadamı terzinin yanına yaklaşıp, "ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince, "hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.

Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş. "soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam, "ben terziyim" yanıtını alınca "benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.

Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş.

Küçük dükkan önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş. Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş.

Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş. Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış.

Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş. Ve başlamış anlatmaya: "bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş. Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona "senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.

Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış. Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın.


http://www.kamilemutlu.com

16 Ağustos 2012 Perşembe


5 Önemli Ders

Birinci ve de en önemli ders.
-----------------------------
Okuldaki ikinci ayımda, hocamz test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi ögrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. Son soru şöyleydi: "Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedir?.."

Bu herhalde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını yerleri silerken hemen hergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde falan olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki!.. Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim.

Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu.
"Tabii dahil" dedi, hocamız.. "İş yasamınız boyunca insanlarla karşılacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hakkeden insanlar bunlar. Onlara sadece gülümsemeniz ve'Merhaba' demeniz gerekse bile.."

Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. O hademenin adını da.. Dorothy idi.


İkinci önemli ders.. Yağmurda otostop!..
----------------------------------------
Bir gece vakit geceyarısına doğru Alama otoyolunun kenarında duran bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen, bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu.

Geçen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir beyazın bir zenciye hem de Alabama'da yardıma kalkışması pek olağan seylerden değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım. Ayrılırken ille de adresimi istedi Verdim.

Bir hafta sonra kapım çalındı. Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armağanda.. "Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti. Kendime güvenimi yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan
kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra son nefesini verdi. Tanrı bana yardim eden sizi ve başkalarına karsılık beklemeksizin yardım eden herkesi korusun!..
En iyi dileklerimle,
Bayan Nat King Cole."

Üçüncü önemli ders.. Size hizmet edenleri hep hatırlayın..
----------------------------------------------------------
Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu..
Çocuk sordu:
"Çukulatalı pasta kaç para?.."
"50 cent!.."
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu:
"Peki dondurma ne kadar.."
"35 cent" dedi garson kız sabırsızlıkla.. Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki..
Çocuk parasını bir daha saydı ve "Bir dondurma alabilir miyim lütfen" dedi.

Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu birden. Masayı sanki akan yaşlar temizleyecekti. Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 15 centlik bahşiş duruyordu..

Dördüncü önemli ders.. Yolumuzdaki engeller..
---------------------------------------------
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmus, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?. Ülkenin en zengin tüccarları, en güclü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafindan dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.

Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye basladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı.. Kese altın doluydu.

Bir de kralın notu vardı içinde..
"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.."

*
Beşinci önemli ders.. Önemli olan vermektir..
---------------------------------------------
Yıllar önce hastanede çalısırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam şansı beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden bağışıklık oluşmuştu.

Doktor durumu beş yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyecegini
sordu. Kücük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve "Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı" dedi. Kan nakli olurken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve gülümsüyordu.

Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük çocuğun yüzüde giderek soluyordu.. Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu:
"Hemen mi öleceğim?.."
Küçük doktoru yanlış anlamış, ablasına vücundaki bütün kanı verip, öleceğini sanmıştı.


http://www.kamilemutlu.com

1 Ağustos 2012 Çarşamba


Dua eden eller

Albrecht Durer 1471-1528 yılları arasında yaşamış bir ressam. 18 çocuklu bir ailenin resimle ilgilenen 2 erkek çocuğundan biri. İki kardeşin de resme karşı olağanüstü bir ilgileri ve yetenekleri var. Her ikisi de sanat okuluna gidip büyük bir ressam olma hayali kuruyorlar. Aile ise bu durum karşısında çaresiz. Madencilik yaparak geçinmeye çalışıyorlar ve karınlarını zor doyurabilmekteler.

Bu durum karşısında iki kardeş kendi aralarında kur'a çekmeye ve kazananın sanat okuluna gitmesine, geride kalanın daha çok çalışıp diğer kardeşi okutması yönünde bir karar alıyorlar. Albert ve Albrecht arasındaki bu kur'ada okula giden dönüşte diğer kardeşi okuması için okula gönderecek ve kendisi de madende çalışacaktı.

Kurayı kazanan Albrecht okula gider ve bütün öğretim görevlilerini kendine hayran bırakarak çok büyük başarılar elde eder. Okulu birincilikle bitirdiğinde yöredeki bütün okullarda ismi bilinmektedir. Eve büyük bir gururla döner.

Ailesi Albrecht onuruna güzel bir yemek verir. Kendisini öven konuşmalardan sonra Albrecht söz alır ve kendisine bu başarıları yaşatan kardeşine teşekkür eder.

Şimdi sıranın kardeşinde olduğunu ve okumaya göndereceği kardeşi için madende çalışmaktan büyük gurur duyacağını söyler.

Kardeşinin yanıtı ise ; "İmkansız sevgili kardeşim" şeklindedir. "Seni okulda okutabilmek için çalıştığım senelerde bütün parmaklarım madende defalarca kırıldı ve değil kalem tutmak, senin şerefine şu şarap kadehini bile zor tutuyorum."

Kardeşinin durumuna hakikaten üzülen Albrecht ise kendisini dünyanın en ünlü ressamları arasına sokan o ellerin, kardeşinin ellerinin resimini çizer.

                      


Yukarıda gördüğünüz bütün dünyanın Praying Hands (Dua eden eller) olarak bildiği, esas ismi Hands (Eller) olan resim Albrecht Durer'in fedakâr kardeşininin elleridir.


http://www.kamilemutlu.com


Kardelen Çiçeği Hikayesi

Şarkı ve şiirlere konu olan kardelen çiçeği romantikliğin ve umudun en güzel sembolüdür. Kardelen çiçeğinin pek çok sembolik adının olmasını...